HER EVE BİR KÜTÜPHANE | Yazar Günay Aktürk

Her Eve Bir Kütüphane

her eve bir kütüphane

“En yoksul evde bile küçük bir kütüphane bulunmalıdır. Devlet bu konuda yardım elini uzatmalı, ucuzca ve taksitle ya da parasız olarak evlere hiç olmazsa yüze yakın temel eseri sokmalıdır.”

Var olma Sanatı / Sezai Karakoç

Her eve kütüphane mi? Nerede, bu civarda mı olacak? Biz bu mahallede böyle şeylere izin vermeyiz bey baba. Kim sürecek sokaklarda son gaz arabayı? Arabeskin sesini kim açacak avaz avaz? Kim laf atacak kızlara, avmlere, barlara diskolara kim gidecek? Kan kokusuna tıkalı kulaklarıyla kim tepinecek iskeletlerin üzerinde?

Sor bakalım hele sevgili halkımıza, gönüllü olacaklar mıymış bu işe? Yalnız biraz bağırman gerekebilir. Ellerindeki tespihin şakırtısından meramını anlamaları biraz zor. Okusalar da gerçekten seçebilir miydi alfabeyi? Mafya dizilerinden zihinleri bulanmışken sulanır mı gözleri? Sözüm ona erkek müsveddeleri: Anna Karanina‘ları trenlerin önüne atıp dururken!

Bizim kitapların arasına kaç kez ayraç sıkıştırmışlığımız var? Olsa olsa para sokarız ruhsatın arasına. Bu mürekkep yalamışlığımızla pek çalışır kafamız hileye hurdaya. Sabah sabah başımıza icat çıkartma. Yüz temel eserden anlamaz bizim halkımız. Bir gecede yüz fırça darbesi desen hadi neyse…

Çevre analizi yapmış olmak için söyledim bütün bunları. Kütükleri kütüphanelere sokmak! İşimiz ne kadar da zor. Ama biliyoruz ki kitaplar karanlıkta bir ateş lavrasıdır. Cehalet devrini yeniden ve yeniden yaşadığımız şu günlerde onlardan başka pusulamız yok. Bir gerçeği kabul etmek zorundayız. Bilgi ve bilgisayar çağında olduğumuz için boşuna övünmeyelim. Dünyanın bir yarısı medeniyette çığır açsa bile öteki yarısı adeta cehalet ve sefalet yuvası. Zihin istismarını bir düşünün. İçi boş bilgi ve safsataları kullanarak insanları sahte “bilgin” rütbeleriyle donatıyorlar. Sonbahar kış trendleri mesela. Ünlülerin yaşamları, evlilik ve yarışma programları, kulaktan dolma bir siyaset, yarım yamalak coğrafya bilgisiyle ülkelerin geçmişleri hakkında eleştiri yapabilme kabiliyeti ve en nihayetinde dizilerdeki kısa sahnelerle tarih profesörü unvanına erişmek…

Bütün bu çöp yığınının ayrıntılarına ne derece vakıf olursan o kadar bilgin oluyorsun. Tabii bir de sokak ağzıyla söylenen hayat okulundan mezun olma halleri var. Hayat okulu elbette bir zorunluluktur fakat buradaki mana başka. Ben hayat okulunda mürekkep yalamışım, senin kitapların beş para etmez, demeye getiriyorlar. O okuldan kaptıkları esaslı bir bilgelik olsa bari. Dalaverenin, üç kağıdın, ikide bir çözülen bozuk uçkurun bini bin para…

Hangi çağda yaşıyoruz demiştik? Bilgi çağında mı? Terör örgütlerinin kuluçka makineleri nelerdir bilir misiniz? Yoksulluk, çaresizlik, cehalet ve o nihai yumuşak karın: kitapsızlık… Bütün bu karanlığın içinde yine bazı insanlar sorgulamaya meyilli oluyorlar. En karanlık gecelerde bile ayışığına kuşkuyla bakanlar var. Bir yerlerde güneşin tam tepede durduğundan kuşkulanıyorlar mesela. Ama sayıları çok az. Bu yüzden kitaplar her fare deliğine girmeli. Biri değilse öteki, o olmazsa öbürü bir ışık yakmayı başarabilir.

En çok da çocuklarla ilgilenmeliyiz. Ağaç yaşken eğilir misali. Küçük bir kasabadaki okulun küçücük kütüphanesinde bile kaç beyin sorgulayıp düşünmeye başlar hiç düşündünüz mü? Hele edebiyat ve bilimin devlerinin omuzlarında! İşte o zaman bakın nasıl yetişiyor kızlar ve oğlanlar. İlle de ille bir kütüphane! Gerisi kuru bir rüzgar uğultusu…

 

Günay Aktürk