Kör Mucit | Yazar Günay Aktürk

Kör Mucit

kör mucit

Benim de söyleyeceğim şeyler var. Söylenmeye değer şeyler öğrendim bu hayatta. Başka neden yazayım ki? Yazmak yerine yaşamımı daha başka şeylerle de doldurabilirdim. Zevk ve sefa ile sürüngen beynimin arzularını tatmin edebilirdim ve belki bu daha az çekilmez yapardı nefes almayı. Ama artık çok geç. Bir kez fark ettikten sonra bir daha unutamıyorsun uykularını kaçıran gerçekleri. Aslında çok sıradan şeyler onlar. Milyarlarca yıldır da varlar. Ama benim de bilgiyle tanışmamış ön gençlik yıllarım oldu. Anlayabiliyorum.

Bazı cümleleri yazarken dalıp gidiyorum. Çünkü alışılmış bir derinliğin karşısında beni uyanık tutacak tersi bir fikir yok. Üzüntü değil bu. Sanki sıfır noktasına inmiş gibiyim. Bana sıfır noktasının aşağılarda olduğunu düşündüren fikri düşünüyorum bu günlerde. Zihnime bulaştırdıkları onca tabuyu yavaş yavaş temizlerken oraya doğru indiğimi çok oluyor sezeli. Ne kadar derindeyim emin değilim çünkü bu derinliği kıyaslayacak başka bir derinlik verisi yok elimde. Daha önce hissetmedim bunu. En başından beri o sıfır noktasının altında ne olduğunu merak etmişimdir.

Bizde hakikat kapısı deniyor ona. Peki, o kapıdan sonra ne var? Hakikat kapısının son kapı olduğunu söylüyorlar. Buna sınır çizmekteki mantıksızlık, uzayın bir küpün içine sığabileceğine inanmak gibi bir şey. Tabii o uzayın bir zamanlar köpün milyarda birinden daha küçük olduğu gerçeği de ayrı bir bela. O sıfırın altında ne var? O hakikat kapısının arkasında ne var, boşluk mu? Duvar mı? Ya duvarın arkasında? Bizim felsefemiz bilinç sıçramalarını dört kapıya bölmüş durumda. Ya zihnimiz yalnız dört kapıyı görebilecek kadar sınırlıysa?

Korteks gelişmeden önce yalnız sürüngen beyin ve orta beyin vardı. Dünyada yalnız sürüngen beynin yaşadığı dönemlerde, bir canlı için yavrusunun ölümü sıradan bir şeydi onun için. Orta beyin sayesinde evlat acısını tanıdı hayvan ırkı. Şuan yalnız sürüngen beyne sahip olsaydık, dünyanın bütün gerçekliği sadece yemek-içmek, saldırmak-kaçmak ve de üremekten ibaret olurdu. Korteks ile beraber gelen “düşünme” edimi sayesinde bir dizi yeni gerçekler geliştirdik. Ama her şeyi anlamış olmadık bununla. Sadece sınırlarımız biraz daha genişledi o kadar. Shaw’ın deyimiyle: “Yaşam beyne doğru ilerliyor.” Tüm canlıların bir beyin geliştirdikleri gerçeğini görmezden gelemeyiz. Ama evrim hala devam ediyor ve soruyorum, korteksten sonra ne var? Beynin dördüncü katmanı eminim ki yeni sınırlar çizecek bize.

Şu: “şeriat-tarikat- marifet ve hakikat” kapılarını tekrar hatırlayalım. Bize bilgeliğe bu kapılardan geçebileceğimizi söyleyen korteks, yani düşünen beyindi. Yani beynin üçüncü sarmalı. Biz yaşamı yalnız bu dört kapıyla sınırlı tuttuk. Peki ama gün gelir de dördüncü bir katmak gelişirse ne olacak? O katman bize yeni şeyler söylediğinde; yaşama çok daha fazla kapılar ekleyiverirse ki bu çok olası bir fikir, biz o gün dünyada olmayacağız ve bana göre bir ihtimal kendi uygarlığımızı yok etmiş de olabiliriz. Ya da insanlık hala burada olsa da bilimin bu güne kadar biriktirdiği verileri yok edeceğiz. Daha önce bunun olduğuna dair güçlü inancım var. Şu anki bilgelik tanımımız için şimdiden huzursuzluk duymanızı istiyorum. Evet, bilgi bize gerekli ve zaten düşünen beyin de bizi buna zorluyor. Ama söylemek istediğim şey, hiçbir fikrin, kalıbın ve sınırın esiri olmamak.

Gelişebilecek en yetkin zihne gerçekten sahip olmak isterdim. Ama şimdiden bu gelişimin sadece beyinle devam edeceği konusunda da ciddi endişelerim var. Ya “beyin” de sadece bir ara geçişse? Tıpkı acıyı hissetmek için bir sinir sistemine sahip olmamız gerektiği gibi. Daha önce hiç sahip olmadığımız bir organ ya da mevcut organ üzerinde gelişecek ve ondan çok daha farklı tanımlanacak yeni bir katman. En nihayetinde evrimin neleri yaratabileceğini önceden kestirmek olanaksız. Ama yarım yamalak da olsa icat etmek onun mayasında var. Önce ilkel bir model yatıyor, sonra yavaş yavaş üzerinde oynamalar yapıp, eklemeler ve çıkartmalar yaparak iyice geliştiriyor onu. O bir bilince sahip değil. Kör bir mucit o. Ama buna rağmen o kadar ustalaşmış ki eninde sonunda doğru parçayı koyuveriyor yerine.

Yazmak istediğim şeyler bunlar. Bilim eninde sonunda daha önceden keşfedilmemiş bir gerçeğe ulaşır ama ilkin teori doğmadan da bilim neyi keşfettiğini anlayamaz. Keşke neyden şüphelendiğimi de bilebilseydim. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bilimin bana öğrettiği gibi, iyice yerleşmiş hiçbir fikri tek gerçek bilgi diye kabul etmemek. Mesela Mert Çağrı Bakırcı’nın bu konuda bir sözü var. O da bir yerden alıntılamadıysa –alıntıladıysa da mühim değil- der ki: “kütle çekim kanunu, evrenin yasalarından biridir ve evrenin yasaları değişmedikçe bu gerçek de değişmez.” Gerçeğe bu gözle bakıp korteksimizi başımıza devşirelim. Her şey olası! Kapıları açık tutalım. Fikirleri ve kapıları sınırladıkça kör mucidimizden uzaklaştığımızı düşünüyorum.

Günay Aktürk