Paylaşmak Ya Da Paylaşmamak | Yazar Günay Aktürk

Paylaşmak Ya Da Paylaşmamak

Paylaşmak Ya Da Paylaşmamak

Paylaşmak Ya Da Paylaşmamak

Yalnızlığın en yalın hali, mutluluğun doruklara çıkabildiği zamanlarda ne kadar da güzelleşiyor… Ama insan gerçekten yalnızlığa elverişli bir canlı mı? Göğüs göğüse sevişerek evrimleşmiş olan insan, artık bundan mahrum olduğu için mi zihin sevişmelerinin peşine düştü?

Mesela mutluluk! Ya da acı… Güzel bir havadis… Bir dostun acı kaybı… Bütün bunlar birileriyle paylaşılmadıktan sonra yaşamın gerçek hazzına nasıl ulaşır insan? Terapi gören insanlara, gördükleri o şey neden iyi gelir? Yaşamak için bir yol haritasına ihtiyaç duydukları için mi terapi görür insanlar? Geçen gün bir dostumla konuştum. Ruh hali berbattı. Kimseyle konuşmuyormuş. Hani şu önüne geleni kapan, ardına geleni tepen cinslerden. Telefonu kapattığımda artık kahkaha atacak kıvama gelmişti bile. O anda dedim ki terapi de neymiş. Asıl terapi, iki dostun karşılıklı oturup iki lafın belini kırması, dertleşmesi değil mi? İnsana acı çektiren şeyleri düşünüyorum. Beynin içinde sıkışıp kalmış bir düşünce. Başka da bir şey değil. Dikkatin dağılması gerek.

Ben de yalnızlıktan muazzam bir zevk alan o çeteye üyeyim. Bizleri bu hale düşüren ne peki? Aynı dilden konuşamamak mı insanlarla? Aynı dilin bayağılığı mı? Kitaplar mı bizi bu hale getirdi, yoksa bu halin dayanılmazlığından mı kitaplara sığındık? Bizim gibi insanların düzenli bir ilişkisi de olmaz. Yalnızlığına yapılan huzursuz edici bir saldırıdır çalan her telefon. Aslında durum o kadar da kötü değil. Sadece bir fikri elli yönden düşünüp bir şeyleri yaratma sürecindeyken gelir o telefonlar. Halbuki beş dakika daha beklese kendiliğinden kucaklayacaksındır onu. Seni kendi haline bırakacak bir sevgiliye ihtiyacın var. Lakin kimse kimseye o ödünü vermez. Vermemeli de. Her insanın eşref saati aynı mı?

İnsan doğası diyoruz. Hangi insanın doğası bu? İlkel olanın yönettiği doğa mı yoksa modern olanın mı? Aslında ikisi bir arada yaşıyor. Çatışma da bu ikisi arasında gerçekleşen çatışma. Sanırım bizim gibi olanlar, modern bir zihnin içinde yine onu kemiren ilkel dürtülerin karmaşasından çıldıracak duruma gelmiş bir insan portresi seriyor önümüze.

İnsan evlenmemeli. Sevgili de olmamalı. Ne kimseye bağımlı kalmalı ne de kimsenin bağımlısı olmalı. Çatışmayı en aza indirmenin belki de tek koşulu komünal bir düzende yatıyordur. Sevgiyi paylaşmak tek koşul ama bizim yaptığımız ne, onu köleleştirmek. Kendi zevklerimiz doğrultusunda kullanmak. Bencillik. Bir toplum hep beraber yürürse mümkün bu. 21. Yüzyıl köleliğin yüzyılı. Yine evet. Sermayenin, inancın ve bedenin tek hakimi olmak! Zavallı bu yüzden acı içinde…

 

Günay Aktürk