Sanatçının Kişiliği Yaratma Psikoloji | Yazar Günay Aktürk

Sanatçının Kişiliği Yaratma Psikoloji

Sanatçının-Kişiliği-ve-Yaratma-Psikoloji

V. Woolf’un ağır depresif dönemlerin ardından gelen şiddetli manik dönemlerde yaratıcı bir kişilik sergilemesi, kişinin psikolojik sorunlarının yaratıcılığını tetiklemesi olasılığıyla ilgili olabilir mi? Bu düşünceyi onaylayan görüşe göre, nevrotik kişilik yapısı sanatçı olma özelliklerini kendinde barındırır ve bu durum sanatsal yaratıcılığı ortaya çıkartır. Bu görüşü destekleyen bir araştırma sonucu, özellikle sanatçıların, kişilik özellikleriyle toplumun genelinden çok, mani ve depresyon hastalarıyla benzeştiği saptamasını kanıtlar niteliktedir. Kuşkusuz, çocukluk dönemi ve yetişme/yetiştirilme koşulları her insanın kişiliğinde ve sonraki yaşamında etkilidir. Bu etkinin sanatçının eserini yaratmasına kaynaklık ettiği, hatta yarattığı eser yoluyla sanatçının saplantı haline getirdiği çocukluk sorunlarıyla yüzleştiği ve bu sayede saplantılarından kurtulduğu düşüncesi dikkate değer bir yaklaşımdır.

Yetişme/yetiştirilme sürecinin sonucunda edinilen kişilik özelliklerinin sanatçının sanatına yansımaları olduğunu, toplumun en değerli kişilerinin çok kötü çocukluk koşullarından geldiğini, çocukluklarında yaşadıkları travmalarla sonra yarattıkları arasında önemli bir ilişkinin bulunduğu düşüncesini kabul edenlerden biri de Farson’dur. Adler, Beethoven’ın sağırlığı örneğinden yola çıkarak yaratıcı bireylerin yaratıcı edimleriyle, bir eksikliği ya da organ işlev yetersizliğini giderme çabası içinde olduklarını öne sürerek Farson’a ve bu anlayıştaki yaklaşımlara katıldığını göstermiştir.

Varoluşcu psikiyatrist May, sanatçının yaratma nedenini toplumdaki değerleri sarsılmış, benlik ve trajedi duygusunu yitirmiş “yalnız” bireyin, ancak yaratıcı bir süreç içine girerek kendisinin bilincine varması, benliğini tekrar bulması olarak açıklar. O’na göre, bilinçsizlik kendinden geçmenin ötesinde, kendisiyle tümleşmiş, bilinçli bir itiyle dönüştürülen bir enerji olarak nitelendirdiği yaratıcılık olgusu; ancak kendi özel kültürümüzdeki önemli bir psikolojik sorunla bütünleşebilir. Örneğin, Van Gogh delirebilir, Gaugin içe kapanık bir insan olabilir, Poe alkolik olabilir, Virginia Woolf ciddi bir çöküntü içine girebilir (hatta intihar edebilir). Ama bu durum, May’e göre o insanların hasta olduğu anlamına gelmez. Bir kişilik özelliği olarak yaratıcılık ve özgünlük olgularının kültürlerine uymayan (belki aykırı) kişilerde bütünleştiğinin açık olduğunu, ama bu durumun yaratıcılığın nevroz sonucu ortaya çıktığı düşüncesini destekleyemeyeceğini vurgular. Savlarında haklı olduğunu göstermek için “Eğer yaratıcılık nevrozla bütünleşiyorsa, sanatçıların nevrozu tedavi edildiğinde artık yaratmayacaklar mıdır?” sorusunu sorar. “Yeteneğin hastalık, yaratıcılığın da nevroz olduğunu öne süren bu savlara karşı gerçekten güçlü bir tavır almalıyız.”diyerek tepkisini ortaya koymuştur.

May, nevrotik bir insanın da tıpkı sanatçıda olduğu gibi yalnızlık, hiçlik, yabancılaşma duygularıyla boğuştuğunu; ancak sanatçı bu duygularını yaratıcılığı aracılığıyla ortaya koyarken, nevrotik kişinin bunu yapamadığını, bu çelişkileri yaratıcılığa dönüştürememenin yetersizliği ve bu duyguları reddetmenin olanaksızlığı arasında sıkışıp kaldığını öne sürer. Sanatçının nevrotik olarak kabul edilmesine karşı olsa da, “iyi-uyumlu” insanların büyük ressamlar, heykeltıraşlar, yazarlar, mimarlar, müzisyenler olmalarının çok nadir olarak karşımıza çıktığı saptamasında bulunarak, yine de sanatçı insanın ayırıcı özellikler taşıdığını kabul eder. O’na göre sanatçılar, genellikle kendi iç dünyalarına dönük, yumuşak huylu bireylerdir.

Ancak, tam da bu özellikleri (yumuşak huylu olmaları) onlara, baskıcı bir toplum açısından çekinilecek kişiler olma niteliği kazandırıyor. Çünkü sanatçı, doğası gereği “kafa tutma” gücünü kendinde görendir, “asi”dir. Sanatçıların gündelik, duygusuz ve sıradan olandan hoşlanmadıklarını, hep yeni arayışlar içinde bulunduklarını, yeni dünyalara açılma fikrini benimsediklerini, böylece “soyun yaratılmamış vicdanı”nın yaratıcıları olduklarını savunan May, yaratma sürecinde sanatçının sıra dışı, yoğun bir süreç içinde bulunduğunu kabul eder. Kalp atışları hızlanır, kan basıncı yükselir, dikkati bir noktaya odaklanır, çevreyle bağlantısı kesilir, yemek, içmek, uyumak gibi fiziksel gereksinimlerini unutur, yorulmaksızın, kesintisiz çalışır. “Sanatçının eserini yaratırken kaygı ya da korku duygusuyla değil, sanatçıda mutluluk ya da haz kavramlarının yerine geçen coşku duygusuyla ürettiğini” öne sürer.

Sanatsal yaratıcılıkla akıl hastalığı arasında ilişki olmadığını düşünen bir başka görüşe göre de, geçmiş yüzyıllarda dehanın delilikle aynı saflarda görüldüğü, ancak bu görüşün artık kabul edilmediği, akıl hastalığında bireyin toplumla bağlarını koparırken, sanatçının gördüklerini, bildiklerini, birikimini başkalarıyla paylaşan, sanatını bunları iletmenin aracı unsuru olarak kullanan kişi olduğu savunusu yapılıyor. Bundan da, yukarıda sözü geçen Nietzsche’nin yaratıcılığın ortaya çıkması için bilincin ölmesi gerekir sözlerine karşın, sanatçının yaratıcılık olgusunun ve yaratma sürecinin, son derece “bilinçli” bir çabanın sonucu olduğu çıkarsamasını yapmak yanlış olmayacaktır.

Sanatçının kişiliği konusunda bu iki farklı yaklaşım dışında diğer bir yaklaşım daha bulunmaktadır. Rank, insan tiplerini normal ve nevrotik olarak tanımlayan psikolojiyi kabul etmediğini ve üçüncü bir insan tipinin, psikanalizin hasta yorumundan kurtarıp kendi başına yaratıcı bir tip olarak sanatçı kişiliğini ortaya koyduğunu söyler. Kagan’ın görüşleri de Rank’ı destekler niteliktedir. Kagan, sanatçının kişiliğini, diğer kişilik tiplerinden ayıran özellikleri yönünden incelemek gerektiğini, psikolojik ve estetik bağlamda sanatçının insan kişilikleri içinde kendine özgü bir yapısının olduğunu savunur. Kagan’a göre sanatçının yaratıcı kişiliği, günlük yaşamdaki kişiliği değildir; ikisi arasında uçurum da yoktur. Tersine, iki kişilik yönü birbirine organik olarak bağlıdır, biri diğerini besler. Ancak, tam bir özdeşlik yoktur.

Dr. Ayla Kapen Ezici