İnsanın Penislisi | Yazar Günay Aktürk

Tanıtım Metni

İnsanın Penislisi

“Ensar, ortalama bir insanın ortalama zekâ kapasitesinden biraz daha düşük seviyede işleyen beyniyle az düşünen, çok sevişen; sevişmese bile çokça kötülüğe, sübyancılığa ve gericiliğe meyilli mayasıyla, insanın en alt tabakasına tekâmül ediyordu. Bu özelliğiyle dünyanın en zeki insanıydı da. Çünkü cehalet, kendini tek alternatif olarak gören ve gösteren karanlık gibiydi. Aslında o, aklı acı çekmeyen sıradan bir zavallıydı. Aldığı sorumluluklar bile kendini korumaya yönelikti çünkü. Cinsiyetini sorarsanız, her iki cinsten de çıkabilen ve aslında bunu usta bir başarıyla sıkça tekrarlayıp aymaz bir alışkanlığa dönüştürmüş insanlığın yüz karası…

Sadece seks yaptığı için değil, desem olmaz! Evet, sadece öyle yaptığı ve başka hiçbir şey düşünmediği için. Bundan, üremeye ve üretmeye karşı olduğum sonucu çıkartılmasın. Ama öncelikli olarak beynine giden kanın tamamını aşağı mahalledeki toplu üretim fabrikasına yönlendirdiği için. Daha erdemli, daha akılcı ve daha başka dahalara akıl yormayıp aklını yozlaştırdığı için. Aslında ona tüm benliğini salt cinsel organıyla kaybettiren şey, kapalı bilincine bulaşan bir yozlaşmanın larvalarıdır. Dünya bir yangın yeriyken Ensargillere bir dost olarak ateşten bahsederseniz, bu küçücük kelime onun daracık dünyasında yine erotizmle ile karşılık bulacaktır. Ensar her yerde. O tek bir kanserli hücre değil; kanserin yayıldığı bir beden. Gerilere itilmiş bir toplum. Bozulmuş bir ideoloji…”

İnsanın Penislisi

Arpacı kumruları gibi başını yere yıkmış gayet düşünceli yürüyordu Ensar. Gözleri kıpırtısız, seğirtmeden bakıyordu. Hani uzaktan bir gören olsa, bedenini tabuttan sokağa salmış bir ölüye benzetebilirdi onu. Oysa bu onun düşünürken en masumane yansımasıydı. Masumane sözcüğü acıma hissi uyandırmasın içinizde. İçinde kopan yaramaz bir fırtına, suratına böyle yansırdı onun. Tip olarak fazla kurtarır bir yanı olmayan bu hergelenin çenesi de düşüktü. Eğer güzel bir kadını ikna edebilmişse, bunu sürekli övünüp durduğu çenesi sayesinde başarabilmiş demekti. Saçları yanlardan açık, gözleri çakır (güneş gördükçe sıkça değişirdi) boyu bir yetmiş altı, huyu pis, suyuna gideni menfaatiyle boğazlayan Allahın belası bir adam…

Parmak uçlarına basarak yürüyordu. Hani ilk kez topuklu ayakkabı giyen bir travestinin acemi yürüyüşü gibi… Öyle bir yürüyüş ki az sonra uçacak sanısına kapılırdı onu gören.

Telefonu çıkartıp ezberinden bir numara çevirdi. Bir süre bekledi. Beklerken bir yandan yürüyor, bir yandan da iki gramlık sabrını tüketiyordu. Tam okkalı bir küfür savuracaktı ki açıldı telefon. Bu kadar erken açılmasına rağmen yine de uzun gelmişti bu ona. “Efendim Ensar kardeşim” diyordu telefondaki ses. Gür ve candandı. Ensar bu cevabı duysa da alo demeden edemedi. Alosu ana avrat sövecek tondaydı. Hal hatır sormaya gerek bile duymadan konuştu.

 

– Bana acilen boş bir ev gerek Muammer.
– Sana da Aleykümselâm Ensar’ım. Nasılsın, iyisin inşallah?
– İnşallah inşallah. Hadi acelem var, yoldayım geliyorum.
– Dur be kardeşim nereye geliyorsun… Ne evi, ne işi? Hele açıkça anlat şu meseleyi.
– İnce mesele işte anla, ev lazım.
– Ev boş değil Ensar, ben varım.
– İyi ya birkaç saatliğine boşaltıver, insanlık öldü mü?
– Ölmedi ya can çekişiyor. Hem sen ne yapacaksın ev ile? Yine bir hatun mu ayarladın?
– Onun gibi bir şey. Boşaltacak mısın evi?
– Açık ol bacanak. Korkma, bulaşacak değiliz.

 

 

Muammer de az seksomanyak değildi hani. Ne demişti eskiler ”ikisinin de bıçağı aynı demirden!” Uçkur işlerinde kara gün dostu. O hesap yani. Halbuki şunun şurasında tanışalı birkaç ay ya olmuş ya olmamış, hemen de bacanak tutmuşlardı birbirlerini.

– Yengen yanımda şimdi, yarım saate kalmaz oradayız.
– Tamam tamam. Bugün sana yarın bana. De hadi gelin.
– Taksi durağının yanındaki apartmandı değil mi? Yanlış olmasın.
– Evet orası. Yalnız ev müsait değil, babam evde. Ama bodrum katta küçük bir oda var. Bir de yatak attım içine, zaman zaman kullanıyorum. Bu günlük idare edersiniz.
– Bana fark etmez, çok bile. Sen neredesin şimdi?
– Tam çıkmak üzereydim. Ulus’ta işlerim var. Şimdi aşağıya iniyorum, anahtarı verir giderim. Ama yok yardım lazım dersen başka bir gün de halledebilirim, sorun değil.
– Hadi oradan çakal!

 

Daha başka şeyler de konuştular. Ensar, kadının yanında açık seçik konuşamıyordu. Bu yüzden Muammer’in grup seks teklifini üstü kapalı reddetmek zorunda kaldı. Aslında Ensar öyle şeylere karşı değildi ama kadının huyunu suyunu bilmediğinden, olası ihtimale karşı elindekinden de olmak istemiyordu. Telefon kapanınca meraklı gözlerle baktı kadın. Merakı zevkinin geleceğiyle alakalıydı. Ensar gülerek elinden tuttu kadının: “Kaçar mı bizden hayatım! Hallettim.” Kadın telaşla kurtardı elini. “Ne yapıyorsun be, bir gören olacak.” Haklıydı kadın. Bir gören olsa kime nasıl açıklayacaktı bu rezaleti! Sevgili olsalardı neyse. İster öpüşür ister koklaşırlardı. Ama durum biraz ciddiydi bugün. El ele tutuşmadan sadece yürüseler, kocası bile görse pekâlâ mantıklı bir açıklama yapabilirdi.

Yine de diken üstündeydi. Taksiye binmedikleri için ha bire hayıflanıp duruyordu. Başörtüsünü düzeltip adımlarını hızlandırdı. Otuz yaşında olsa gerekti kadın. Öyle gösteriyordu. Bir atmış beş boylarında esmer, ne fazla güzel ne fazla çirkin, boyuna oranla ideal bir kiloda, diksiyonu ve fiziği düzgün bir kadındı. Bir hafta kadar önce bir televizyon kanalında Ensar’ın numarasını görüp aramıştı. “Ensar M. Ankara da evli ya da dul bayanlar arıyorum.” diye yazıyordu kısaca. Bir hafta boyunca konuşup iyice tanışmışlar (!) ve henüz birbirlerinin suratlarını bile görmeden, birbirlerinden etkilendiklerine ikna olmuşlardı! Yani anlaşılacağı üzere kadın Ensar’ın, Ensar da kadının yüzünü az önce görmüştü. Doğal olarak sevgi yoktu aralarında. Sadece gidecek ve hayvan gibi çiftleşeceklerdi.

Muammer kapıda karşıladı onları. Orta boylarda, en fazla otuz beşinde şişmanca bir adamdı. Vücudunun her zerresinden uykuya yatmış sapık bir ihtiras yayılıyordu. Ensar’la tokalaşıp kadının elini sıktı. Bodrum kattaki odayı tarif edip birkaç talimat verdi Ensar’a. Bunu yaparken de laf arasında kadının dudaklarını, göğsünü ve vücut hatlarını süzmüştü.

Gelgelelim Kadının Ensar’a yaklaşımı nasılsa, Muammer’e de aynen öyle oldu. Seçici olmayı gerektirecek bir durum yoktu, tıpkı karşısında kendini ağırdan satmaya değer bulacağı bir adam olmadığı gibi… Bununla beraber Muammer, olur da kendisine beklenmedik bir iş düşüverir, kişisel seks grup seksine evrilir umuduyla bir süre beklemişti. Ama Muammer’in kadını gözleriyle soyup daha da ilerisini hayallemesi Ensar’ın gözünden kaçmamıştı. Hayır, söz konusu bile olamazdı bu. Önce kadınla konuşmalıydı. Belki sevişmenin doruğunda yapabilirdi bunu. Sonraki işti bu. Şimdi değil.

Muammer’i güç bela gönderip bodrumdaki odaya geçtiler. Yerdeki eskimeye yüz tutmuş siyah halıyla kıçı kırık somyayı saymazsak tam takırdı oda. Ağır bir badana kokusu vardı içeride. Muammer, duvarlar yeni boyandığından fantezilerini duvardan uzakta yapmalarını söylemişti. Kapıyı kilitleyip tecavüz öncesinin soysuz azgınlığıyla sarıldı kadına. Ama sarılmadan çok saldırıyor gibiydi. Dudaklarını uzun uzadıya öyle bir emişi vardı ki gören de hortumla arabadan mazot çalıyor zannederdi. Ellerini kalçalarında gezdirip hızlıca çekti kendine. Kadın da içindeki şeytanı salıvermiş tüm marifetini sergilemeye başlamıştı. İki eliyle ensesinden yakalayıp olanca gücüyle kendine çekti. Levyeyle bile zor ayırırlardı artık onları. Ensar bir ara başörtüsünü çıkartmaya yeltenince mani oldu kadın. Ama ara vermeden daha bir hırsla sarıldı Ensar’a. Kadının eteğini indirip kemerini çözdü. Anlaşılan üst tarafını görmezden geliyordu şimdilik. Kadını belinden yakalayıp somyaya attığında, alt tarafında sadece iç çamaşırı kalmıştı kadının. Bir hışımla fermuarını indirip pantolondan ve külottan kurtuldu adam. Kadının üzerine abanıp gül desenli külotu çektiği gibi parçaladı. Kadın bir şeyler söyledi o sıra. Ensar duymadı bile. Gerdek gecesinin acemi damatları gibi saniyede sanırım seksen kilometre bir hızla giriverdi içine. Kadının bağıracağını sezmiş olacaktı ki sağ eliyle sıkı sıkıya kapatmıştı ağzını. Kadının gözleri fal taşı gibi bir anda açılmış, yüz hatları bir tuhaf olmuştu. Ama halinden şikâyetçi olduğu da söylenemezdi. Ensar ise ritmi düşürmemiş, daha damuzlaşmıştı! Şimdi Muammer burada olsaydı küçük dilini yutardı. Keşke akıl etse de gizli bir kamera koysaydı bir köşeye. Böyle geçiriyordu içinden.

Beş dakika geçmedi ki, “sakın içime boşalma” diye uyarıda bulundu kadın. Ama Ensar’ı bir konuda uyarmak, ona izin vermek anlamına geliyordu ki kadın henüz sözünü bitirmeden olan oldu ve bütün zehrini boşaltıverdi içine. Bu, kadının bir anda telaşa kapılmasına neden oldu. Az öncesine kadar ihtirasla seviştiği adamı şimdi gücü yetse un çuvalı gibi savurup atacaktı. “Ne yaptın aptal, sana içime boşalma demedim mi?” gibi oldukça klişe ama mühim bir sorunu dile getiriyordu.

Zarar ve ziyandan başka bir şey getirmeyecek olan bu ilişkide, hem de viraneyi andıran döküntü bir odada yapılacak olan çocuk tehlikeliydi. Hem duvarları da badana kokuyordu odanın. Hayır, doğmamalıydı bu çocuk. Yılan gibi sıyrılıp çıktı Ensar’ın altından. Ne yapacağını bilmez bir telaşla cinsel organını inceledi. Elini soksa çıkartamazdı ya bu cehennem tohumunu! Git bana su bul hemen, diye bağırdı. Rica etmiyor, emrediyordu. Ensar bu isteğin nedenini anlayamadı başta. Henüz olayın ciddiyetini kavrayamamış, suyla bebeğin ne alakası olduğunu soruyordu. Bıraksalar sabaha kadar tartışabilirdi bu meseleyi. Kadın sesinin tonunu daha da arttırarak, cinsel organını yıkayacağını söyledi. Bu sayede risk kalkacakmış ortadan. Yeni bir şey daha öğrenmişti Ensar. Kalktı ve kapıya doğru yürüdü. Yürürken bir yandan da kendi kendine , “Boşaldığımı nasıl anladı acaba? Korkulur bu kadından” diye söyleniyordu.

Bodrum, kullanılmayan bir sürü malzemeyle doluydu. Gözüne bir hortum ilişti o sıra. Takip ederek musluğa ulaştı. “Buraya gel burada bir musluk var” diye bağırdı ve akıp akmadığını kontrol etti. Akıyordu. Kafasını çevirip tekrar seslenecekti ki çoktan yanı başında bitmişti kadın. Bu kadar hızlı gelmesine şaşırdı. Kadın cinsel organını yıkarken arkalarından gelen bir gürültüyle ikisi birden sıçradılar. Ensar sesin geldiği yöne bakınca ne görsün! Odanın kapısıydı kapanan. Hem de açılmamacasına. Ensar kapının anahtarını alıp almadığını sorunca, kadın iyi saatlerde olsunlara karışmış gibi donup kaldı. Suyun sevinciyle anahtarı akıl etmemişti. Buyurun cenaze namazına, dedi Ensar. Çocuk doğsa bundan iyiydi. Öfkeyle verip veriştirdi kadına. Ne akılsızlığını koydu ne ahmaklığını…

Gidip kontrol etti, açılmıyordu. Şöyle elinin tersiyle vurup iki dişini kırsa açılır mıydı kapı, sanmıyordu. Üstüne üstlük bunca suçluyken bir de mazlum rolüne bürünmüş salya sümük ağlıyordu. Bu halini görünce acıdı kadına. Musluğun yanına çökmüş, “Bir çare ya Ensar” der gibi boyası akmış gözleriyle acınası bakıyordu. Ama kendi alışıktı böyle aksiliklere. Daha geçen hafta yine evli bir kadının evindeyken aksilik bu ya, kadının kocası bir düşman obasını basar gibi kendi evini basmış, ikinci kattan atlayıp paçayı zor kurtarmıştı Ensar. Ama şimdi durumu her zamankinden çok daha farklı ve tehlikeliydi. İsteseler çekip gidebilirlerdi ama bu halde nereye? Yarı çıplak haldeydiler ve bu durumda değil dışarı çıkmak, bir kat yukarı bile çıkamazlardı. Üstelik ikisinin de cüzdan, telefon ve çantaları odada kalmıştı. İki yarı akıllı ve yarı çıplak avanak küçük bir bodrumda kapana kısılmış fareler gibi kalakalmışlardı.

Kadın ayağa kalkıp Ensar’a doğru yaklaştı. Yürüyüşündeki iffet en kanlı savaşları bile durduracak kadar masumaneydi! “Ben evli bir kadınım Ensar. Bu halde yakalanırsak kocam beni öldürür. Ne olur bir yolunu bul” dedi. Ensar boydan boya süzdü kadını. Dışarıya yansıtmaya gerek bile duymadığı birkaç şey geçirdi içinden. Kadın şimdi nedense hiç olmadığı kadar çekici gelmişti Ensar’ın gözüne. Ama hiç sırası değildi bunun. Derin bir of çekerek bodrumu taradı. O anda karşı duvarda asılı eski püskü bir pantolon çekti dikkatini. Bir külçe altın bulsa bu kadar sevinmezdi. Işıldayan gözlerinin umuduyla alıp giydi pantolonu. Ama pantolon dizlerinin altına geliyordu ve iki Ensar daha sığardı içinde. Anlaşılan hem kısa kem de şişmandı sahibi. Muammer’in babasına Gödek Abbas dediklerini duymuştu. Hem bu apartmanın kapıcısı oldukları da düşünülürse ondan başkasına ait olamazdı. Parçalar birbirini tamamlayınca yapması gereken şey kendiliğinden çıkmıştı ortaya. Kadını bodrumun kuytu bir köşesine götürüp ışıkları kapattı. Kısa bir açıklama yapıp burada beklemesini ve sesini çıkartmamasını salık verdi. Kadın hiç olmadığı kadar söz dinliyordu. Afferimdi ona!

Bodrumdan çıkıp kapıcı dairesine yöneldi. Ev apartmanın arka bahçesinde tek katlı, tavanı taştan bir yapıydı. Kapıyı çalıp bir süre bekledi. Adamı daha önce hiç görmemişti. Ne cevap vereceğini tam olarak kestiremiyordu ama ne zarar gelirdi denemekten! Biraz sonra kapı açıldı ve tam da hayalindeki gibi kısa boylu ve şişmanca, başı kel, suratı ablak, dudakları bodrumdaki kadının vajinasına benzeyen dolgun mu dolgun bir adam çıktı. Gülmemek için kendini zor tuttu. Adam Ensar’ı alıcı gözlerle incelerken bir anda üzerindeki pantolon çekti dikkatini. Kuşkuya düşen bakışları zararlı bir niyet arıyordu kapısını çalan bu hadsiz dürzüde! Ne malumdu hırlı hırsız olmadığı!

Ensar, kadınla yediği haltı gizleyerek bir yalan uydurdu. Muammer’in arkadaşı olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi tabi. Güya sabah işten gelmiş de, kendi evleri kalabalık olduğundan Muammer ile konuşup bodrumdaki odaya kıvrılıvermiş sabahtan. Falan olmuş filan olmuş kilitlenivermiş kapı. Tüm bu yalanları arka arkaya sıralarken, hayal dünyasının bu kadar gelişmiş olduğunu yeni fark etmişti. Övünüyordu kendisiyle. Bu övüntü onu profesyonel bir yalancıya çevirmesinden olacak, söylediği şeyin gerçek olduğu hissini uyandıran bir ifade belirmişti suratında.

Adam bu sözler karşısında olanca iyi niyetiyle ve babacan bir tonda evde yedek anahtar olduğunu söyledi. Vakit kaybetmeden anahtarı alıp bodruma yöneldiler. Bıraktığı gibi karanlıktı bodrum. Karanlıkta kadını seçmeye çalıştı. Karşı köşede bir karartı görünüyordu ama emin değildi. Adam ışığı açtığında kadını fark etmedi önce. Elindeki anahtar balyasından odanın anahtarını bulmaya çalıyordu. Böyle böyle kapıya kadar yürüdüler. Anahtarı bulup tam kapıya açacaktı ki o da ne! Kedilerden ürken bir güvercin gibi bodrumun bir köşesine sinmiş, yarı çıplak bir kadın! Üstelik elleriyle de önünü tutuyordu. Adamın beti benzi atıvermişti bir anda. Suratını ekşitip kafasını salladı. Ensar’ın yüzüne bile bakmadan, “ben bu kapıyı açamam” dedi ve yürüyüp gitti.

Yine iki çıplak baş başa kaldılar. Yardımcıyken yoz olmuştu Ensar’lar! Fetva eyleye müftülerle kadılar! “Cenaze namazının rekâtı yoktur. Dört tekbir yeter. Kıyamımız kıyıma doğru gidiyor” dedi Ensar. Kadın ilk kez bir şeyleri sezer gibi oldu. Gözlerini korkuyla belertip yine başladı ağlamaya. Bu defa sinirlenmişti Ensar.

 

– Zırlayıp durma be! Ya Muammer’in gelmesini bekleyeceğiz ya da gidip tekrar konuşacağım adamla.

Ama kadının aklına parlak bir fikir geldi. Girmeye çalıştıkları oda dört yanı kapalı bir oda değildi. Bodrumun ortasına bir duvar örüp sonradan oda haline getirilmişti. Allahtan ki tavana kadar çıkmıyordu duvar. Bir kol boyu açıklık vardı yukarıda. Bir yolunu bulup içeri atlanabilirdi. Ensar kadının bu önerisi karşısında daha da sinirlendi.

 

– Manyak mısın be kadın, öldürecek misin beni? Yukarıdan aşağıya en az üç metre var.
– Ne yapacağız o zaman sen söyle! Şimdi bir gelen olsa ne cevap veririz? Belki de polisi ararlar.

Ensar’ın deyimiyle yine zırlamaya başlamıştı kadın. Çaresi yoktu, gidip bir kez daha deneyecekti şansını. Olmadı boğazına sarılabilirdi adamın. Kadın evli değil miydi sonuçta? Biraz anlayışlı olmaktan ne zarar gelirdi? Yuvası yıkılsın mı istiyorsun, diye adamı suçlamak hiç de mantıksız değildi. Ne zeki adamdı. Işığı söndürüp çıktı. Çıkarken de belki moral olur diye, ben gelene kadar ayrılma buradan, diye espri yaptı. Karanlığa doğru belli belirsiz söylemişti bunu. Ama ses gelmedi karartıdan. Çıtı bile çıkmıyordu.

Gödek Abbas kapıyı açtığında öfkeyle üzerine yürüdü Ensar’ın. Saldıracak sanmıştı bizimkisi. Birkaç adım geri gidip sakin ol amca, demekten başka bir şey gelmedi aklına.

 

– Ne var be ne var? O fahişeyi kapattın demi odaya? Muammer olacak şerefsiz de bütün fahişeleri sıradan geçirmiş. Mahallede ne kadar orospu varsa akşama kadar apartmanın önünden gitmiyor. Çekil git kapımdan. Ne haliniz varsa görün. Ben açmam o kapıyı.

Aynı öfkeyle kapattı kapıyı. Dayak yemediğine dua etmeliydi Ensar. Polise de gidebilirdi ayrıca. Gödek Abbas ne olacak, diye söylendi kendi kendine. Gerisin geriye bodrumda aldı soluğu. Nefes bile almadan bekliyordu içerideki. Kadını ikide bir de karşısında görmekten sıkılmıştı. Muammer hergelesinin de geleceği yoktu hani. Lazım olmuştu ya…

Bodrumun içinde eli arkasında birkaç tur attıktan sonra durdu. Ne olacaksa olsun, diyordu artık. Az önce gelirken arka bahçede uzunca bir merdiven görmüştü. Gidip getirdi. Duvara dayayıp kadının çaresiz bakışları altında tırmandı. Yukarıdan odanın içine göz atıp atlayıp atlayamayacağını kestirmeye çalıştı. En fazla ayağını kırardı. Ama kırılan kemik kaynamasını da bilirdi. Ama o yuva yıkılmamalıydı.

Duvarın tepesinden aşağıya doğru asıldı ilkin. Üç metrenin yarısını inmişti şimdiden. Nefesini tutup somyanın üzerine bıraktı kendini. Dengesini kaybedip yere düştü. Sıkıntılı bir düşüş değildi ama. Kapıyı açıp kadını içeriye aldı. Kadın tam üzerini giymeye yelteniyordu ki bırakmadı Ensar. Kapıyı içeriden kilitleyip sarıldı kadına. Belli ki henüz doymamıştı domuz. Ses çıkartmadı kadın. Usulca uzandılar somyaya. Gözleri hala yarı kuru yarı yaştı. Odanın içinde bir hayalet gibi gezinmeye başladı iniltiler. Sevgi yoktu aralarında. Salt hayvan gibi çiftleşiyorlardı. Bir aile yıkımdan kurtarılmıştı son anda! Kadın sık sık, içime boşalma, diye fısıldıyordu…

 

(Phoolan Fecir)
Günay Aktürk
15.08.2016