Dört Kapı Kırk Makam - Tarikat Kapısı | Yazar Günay Aktürk

Dört Kapı Kırk Makam – Tarikat Kapısı

Tarikat Kapısı - Birinci Yorum

tarikat kapısı ve ateş

Tarikat yol demektir. Kişi toplumsal kurallarla farklılaştırılmış, kendi biricik varlığını keşfettikten sonra ona yaklaşmak için içsel yaşantıya yönelmeye başlar. Tarikata girebilmek için kişinin ikrar vermesi gerekir. Tarikata girerken bir imtihana tabi tutulur. Bunun amacı yeterli ruhsal düzeye gelip gelmediğini saptamaktır. Bu imtihanı başarıyla geçerse, ki tarihte buna pek çok örnek vardır, kendisine tarikat bilgisi kavratılır.

Kişi görünürde şeriat kurallarına uyuyormuş gibi olsa da esasında onları aşmış tarikata göre içsel yaşantısını devam ettirmektedir. Burada henüz dış dünya mevcuttur. Zahiri dünya a denilen bu dünya iç dünyayı kaplayan bir kabuk gibidir. Tırtılın kozasını anımsatır.

Şeriat düzeyindeyken zihninde toplumun oluşturduğu Tanrı imajının hakikatle alakalı olmadığını ve o imajdan sıyrılarak içe odaklanmasını artık kavramıştır.

Tarikat kapısı ehli olan kişi kavram ve kelimelerin anlamlarına değil manalarına yönelmiştir. Dervişin: “Küfür her dinde küfür fakat bizde iman olur.” demesi budur. Hakikat bilincine ve ruhuna ulaşmış olan insan için doğru olan şey şeriata göre küfür gibi algılanabilir. Örneğin Hallac’ın: “Enel Hakk” demesinde olduğu gibi.

Bu aşamaya ( Tarikat kapısı ) gelmiş insan dünyayı tek göremez çünkü o teklik düşüncesinin bir imajdan ileri geldiğini bilir. Bunun yerini paralel dünyalar almaya başlar.

Bir yol göstericinin gözetimi altında yürürse, yol süren (Tarikat eri) olgunlaşması ve yol alması daha güvenli ve hızlıdır. Fakat tek başına da bu yol zor da olsa bulunur. Bu herhangi bir insana verilen bir kısmet değil bütün canlıların doğasında olan bir şeydir. Bu yüzden bir kurgu ya da ideoloji değildir.

Tarikat Kapısı - İkinci Yorum

alevilikte dört kapı tarikat

Kavram olarak, yol anlamına gelir. (Anasarı Erba) ikincisi olan ateşe denk düşer. Ruh dünyasını saran en büyük kasırga ve depremler bu kapıda cereyan eder. Çünkü Tarikat Kapısı en köklü alt-üst oluşların kapısıdır aynı zamanda. Şeriat ehlinin idrak edemeyeceği bir dünya oluşmaya başlar. Fakat henüz bu dünya toz duman içindedir. Göz gözü görmeyen bu alaca karanlıkların aydınlanması ancak bir mürşidin (yolcunun iç aleminde) yakacağı çerağ (ateş) ile mümkündür.

Yolcu yola girebilmesi için mürşidine teslimi rıza olması gerekir. Bunun için yola ikrar verir. Hiçbir dünyevi (nefsani) değerin onu bu ikrardan çeviremeyeceğini; hiçbir sarsıntının onu ikrarında zerre kadar gevşemeye yol açmayacağını mürşidine kanıtlaması gerekir. Bunun için de şeyhinin vereceği imtihana hiçbir şey düşünmeden evet der.

Mürşid, yolcuyu yola girmeden önce ısrarla uyarır: Bu yol kıldan ince kılıçtan keskin, bu yol ateşten gömlek, demirden ok, Hak Muhammed-Ali yolunda zorlama yok, bu yolda sabır var intikam yok, gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı dönenin canı, riya ile ibadet, şirk ile itaat olmaz. dilinle söylediğin meydanın, kalbinde gizlediğin senin.

Şeyh Bedreddin’in, kendisine mürit olmak isteyen bir Farslı’ya sorduğu sorular oldukça ilginçtir. Mürşid, yola girmek isteyen insanın ikrarının (en büyük arzusunun) sağlamlığına inandığı zaman ona sabrın önemini anlatarak şöyle der: “Sen de benim gibi sabırla bekleyerek inciyi kazanabilmen için düşünmeden kendini bu amana salıver.” (Cüneyd-i Bağdadi)

Tarikat Kapısı na kabul edilen yolcu uzunca bir arınma süreci geçirir. Başlangıçtaki zifiri karanlık (yani toz duman) ancak uzun bir nefs-terbiyesi sürecinden geçerek durulmaya, aydınlanmaya başlar. Nefs üzerindeki hakimiyet arttığı oranda yeni bir dünyanın ışığı görülmeye başlar. Bu ışık mürşidin de tesiriyle (rehberliğiyle) deruni (içsel) yaşam kendini belli etmeye başlar.

Yolcunun sabır, gayret ve amelleriyle berraklaşan içsel dünyası aydınlandığı oranda dış dış dünyayı ve kendisini tanıma sürecinde mahiyetten öze doğru bir yol alır. (Mahiyet dünyevi bilginin ürünüdür.)

anasır ı erba

Kalıp, şekiller ve mecazdan ibaret olan dünyanın görünen yüzünün arkasındaki “görünmeyen olanı” sezmeye başlar. İnsanlar arası ilişkilerin yüzeyselliğini yavaş yavaş sezmeye başlar.

İlahi aşkın ateşi bütün nefsani duygularını yakar ve bu mertebedeki yolcu (bir pervanenin kendini döne döne yanan ateşin içine atışı gibi) kendini hakikat ateşine atar.

O artık ölmeden ölmüştür.

Bu aşamada dualite aşılmaya çalışılır. Tanrı anlayışı, şeriat ehlinde olduğu gibi antropomorfik (insanın nefsinden yaratılmış) bir Tanrı değildir. Hz. Ali’nin “Eğer bu ayeti Hz. Muhammed’in yorumladığı gibi (yani, burada gerçek-hakikat babında demek istiyor) yorumlasaydım benden ötürü ona da düşman olurdunuz.” söylemiyle işaret ettiği bir durumdur. Takiye bu kapıda başlar.

Bilim bu aşamada daha üst düzeyde bir algılama ve kavrama içerisindedir. Bütün değerler bir kişilik (bir ahlak) etrafında şekillenir. Bilinç boş mekanı aydınlatan bir ışık olmaktan çıkıp kainatın bütün özelliğini ve sırrını saklayan insan özüne döner.

Tarikat Kapısı - Üçüncü Yorum

Aradığı soruların cevabını zahiri alemde bulamayacağını, her şeyin izafi olduğunu anlayan yolcu içe yönelmeye başlar. Fakat bu yöneliş güçlü bir şekilde dış dünyadan kopmayı zorunlu kılıyor. Bu kopuş ekseriyet güçlü bir ruhi sarsıntıyla mümkündür.

Dış dünya bütün anlamını yitirdiği zaman, yani dış dünya harap olduğu zaman bu içe yöneliş yani deruni hayat mümkün olmaktadır. İçsel arayışa çıkmak, sahip olduğu her şeyi kaybetmeyi göze almakla başlar. Dış dünyada harap olan birey ilgisini iç dünyasına yöneltir. Zira dış dünya yavaş yavaş ayakları altından kaymaktadır.

gel gelme dön dönme

“Nerede bir harabe var, orada bir hazine bulunma ihtimali vardır.” sözü bireyin kederli bir bilinçle sonsuzluğa uzanan bir varoluşun kesiştikleri noktada seyreden bir dervişin ruh halini betimlemektedir.

“Şeriat” ve “tarikat kapısı” nın birbirine değdiği noktada birey varlık-yokluk, ölüm-yaşam, sonsuzluk-sonluluk gibi sayısız boyuttaki çelişkileri içinde taşır.

Bir kez aralanan kapı sonsuza dek bir daha kapanmamaktadır. Aklın keşfettiği sorulara cevap bulma telaşı içindeki insan eğer bu soruları bütün yakıcılığıyla kendine sorsa, onun tarikat babına gelmesi kaçınılmazdır. Sözü edilen metafizik sorular aklın ışığında ortaya çıkmış olsa da akıl bu soruyu yanıtlamakta tamamen yetersizdir.

Tarikatta tek başına yol almak her zaman ve mekana mümkündür. Fakat zorlukları dışarıdan bir yardım almaksızın aşmak imkansız gibidir. Yine de mümkündür.

Bir mürşit eşliğinde bu yolculuğa çıkmak isteyen insan önce kendini tamamıyla kendini mürşide bırakmalıdır. Bu bakımdan tarikat kapısı mürşidin, ateşin kapısıdır aynı zamanda. Mürşid tarikat babındaki insan için Allah’ın tecellisi gibi görünmelidir.

tarikat ehli nedir

Bir dergaha girmek için “bu yolda gerektiği gibi mürşidin her sözüne talip olacağım.” diye ikrar vermek zorundadır. İkrarın gerçekleşmesi dil yoluyla değil bizatihi bir fiiliyatla gerçekleşmelidir. Bundan dolayı da söylenecek şeyi almaya, henüz sözü duymadan hazır olduğunu göstermelidir. Çünkü hakikatten bir zerre tatmak öyle haybeden olmamalı. Mürid bu yolda yürümenin ateşten gömlek olduğunu bilmeli ve bu gömleği gönüllü olarak giymeye hazır olduğunu kanıtlamalıdır.

Molla Camin’in vaktiyle müride olan büyük Sufi Şıbli’ye söylediği söz ve verdiği görev tam da bu noktaya tekabül eder.

Şıbli aradığı kıymetli hazinenin Camin’de olduğunu anlayınca bir gün Molla Camin’e gidip dedi ki: “Sende bir hazine varmış. Onu almaya geldim. Onu bana ya ver ya da sat deyince Molla Camin dedi ki: “Eğer öylesine verirsem değerini bilemezsin. En iyisi mi onu sen gel kazan.” dedi. Daha sonra Şıbli’yi uzun yıllar süren bir deneme süresinden geçirir. Bu süre nefsin terbiye edilmesi için sabrın kazanılması için gerekli olan süredir.

 

Eyüp Aktürk

Bir yanıt yazın