Benim Bu Hikayede Ne İşim Var? | Yazar Günay Aktürk

Benim Bu Hikayede Ne İşim Var

Benim bu hikayede ne işim var

Bütün günü kendime üzülerek ve tanımadığım insanlarla hayali konuşmalar yaparak geçirdim. Kafamı kaldırdığımda saat beş, yaşım da elli olmuştu. Kendime yüz vermeyi pek sevmem aslında. Şımarmaya müsait bir yapım var. Anlatacak esaslı bir hikayem yok. Hiçbir zaman da olmadı. O yüzden başka insanların hikayelerine bulaşmaktan ve onları ben yaşamışım gibi anlatmaktan kendimi alıkoyamıyorum.

Çünkü benim başıma hiçbir şey gelmiyor. Hiçbir hırsız çalıştığım bankayı soymaya kalkışmıyor, güzel bir kadın bana âşık olmuyor. Aldığım ekmeğin içinden gazete haberlerine konu olabilecek şüpheli bir cisim çıkmıyor.

En hikayeler hep başkalarının başına geliyor. Bu yüzden akşamları balkonda oturup konuşmalarımı dinlerim. Yolda kavga eden birilerini görsem mutlaka ayırırım, kimin haklı olduğuyla ilgilenmem. Mesela, iki sevgili tartışırken konuya müdahil olmuşluğum, temiz bir dayak yemişliğim ve ardından olay yerini efendi gibi terk etmişliğim var. Bu hikayeyi ayrılmak üzere olan iki sevgiliyi barıştırdığım gün olarak anlatmayı severim.

Hafta sonları bir pastanenin aile salonuna gider, belki bir olay çıkar diye tek başıma otururum. Bir kişi de gelip “Hop hemşerim burası aile salonu!” deyip beni kaldırmaz. Birileri için tehlike arz etmiyor oluşum beni bazen çok sinirlendiriyor.

Cümbüşlü bir şeyin parçası olma peşinde değilim. Öylesini istesem aile bireylerimin ve eski dostlarımın hikayelerine karışırdım. Bakmayın, ben aşırı tatlıyım da muhitim berbat. İncelikli bir şeyin parçası olmak istiyorum. Masamda gizemli bir not bulayım mesela. Bilmediğim bir dille yazılmış olsun. O dili konuşan birini bulmak için günlerce uğraşayım. Adamın biri taksiye binsin ve “Öndeki arabayı takip et” desin, öndeki arabada ben olayım.

Hiç tanımadığım biri beni yoldan çevirip:”Merhaba, mutlaka tanışmalıyız.” desin. Tanışalım ve hayatım bir daha eskisi gibi olmasın.

Ama olmuyor. Ben de mecburen hikayelerinizi kısa bir süreliğine ödünç alıyorum. Bir kahkahalık, iki hayretlik, en fazla üç alkışlık. Sizin başınıza daha ilginç şeyler geliyor olabilir ama inanın benim versiyonlarım daha renkli. Kaçırdığınız vapurları yakalıyorum. Size mutlu sonlar veriyorum, bazen de hicran yaraları. Bir türlü terk edemediğiniz şehirden çekip gidiyorum. Ertelediğiniz özürleri diliyorum. Patronunuzdan zam istiyor, alamazsam istifayı basıyorum.

Kaybettiğiniz savaşları kazanıyorum. Yerini unuttuğunuz eşyalarınızı buluyorum. Kötü biriyseniz sizi elbette daha iyi biri yapamıyorum ama emin olun pişman olmanızı sağlıyorum. Sizin hiç haberiniz olmuyor.

Siz o hikayelerin içinde “Acaba şimdi ne olacak?” diye debelenirken ben hepsini anlatıp bitiriyorum. Tabii bazen o kaçınılmaz an geliyor ve o hikayelerdeki insan olmadığımı hatırlıyorum. Sonra bütün günü kendime üzülerek ve tanımadığım insanlarla hayali konuşmalar yaparak geçiriyorum. Mesela tam da şu an: Benim bu hikayede ne işim var ulan?

 

İlkay Yıldız

 

Not: Bu yazı Ot Dergisinin Haziran  tarihli sayısından alınmıştır.