Cehaletin En Büyük Düşmanı Kadındır | Yazar Günay Aktürk

Cehaletin En Büyük Düşmanı Kadındır

Cehaletin En Büyük Düşmanı Kadındır

0-3 yaş dönemi anne ve çocuk ilişkisinde en kritik ve önemli dönemdir. Çocuğun bu dönemde dil becerisi tam olarak gelişmediğinden annesiyle kurduğu etkileşim çoğunlukla sözel olmaktan ziyade bakışlar ve duygulara yöneliktir. Yaşadığı dünyanın güvenli bir yer, kendisinin değerli ve sevilen bir varlık olup olmadığı bilgisini annesinin gözüne bakarak deneyimler. Dolayısıyla kendi benliğine ve yaşadığı dünyaya dair birçok bilinmezi annesini referans alarak öğrenir ve anlamlandırır.

Bu ilk yaşantılar çocuğun gelecekteki kişilik gelişimi üzerinde son derece önemli etkileri bünyesinde barındırır. Şöyle ki eğer bu dönemdeki bir anne kendine ve hayata dair güvensizlikleri, değersizlikleri, korku ve kaygıları benliğinde taşıyorsa, çocuğun ruhsal gelişimini aynı yönde etkiler ve etkisi belki de bir ömür boyu sürecek benzer duyguları bilinçdışı bir şekilde ona aktarmaktan kendini alı koyamaz.

Bu açıdan değerlendirdiğimizde kadının bir toplum ve gelecek nesiller üzerinde ne kadar etkili bir role sahip olduğu aşikârdır. Kadının ruhsal ve zihinsel olarak gelişmiş olması kendi duygu ve düşüncelerini fark edip yönetebilmesi açısından son derece önemlidir. Gerçek manada bir eğitim, bireyin ruhsal ve zihinsel gelişimi sağlayabilmek için en önemli araçlardan biridir. Eğitimli bir birey olmak hayata ve kendine dair bilinmezlikleri araştırmayı ve sorgulamayı beraberinde getirir, bu sayede kendine ve hayata dair hissedilen güvensizlik, değersizlik ve yetersizlik gibi hisler yerini tam tersi duygulara bırakabilir.

Gelişmiş toplumlara baktığımıza kadınların çoğunlukla eğitimli, yaşadığı dünyayı ve hayatı sorgulayabilen, kendilerini güvende, yeterli ve değerli hissedebilen bireyler oldukları gözlenmektedir. Dolayısıyla bu kadınların yetiştirdiği çocuklar da daha kendinden emin, korkuları ve kaygıları ile yüzleşebilen, bilinmezi sorgulamaktan çekinmeyen, araştıran kişiler olmaktadır.

Gelişmemiş ve de özellikle yoğun bir din ya da farklı inançların baskısı altında olan ülkelere baktığımızda ise tam tersi bir tablonun hâkim olduğu söylenebilir. Erkek egemenliğinin olduğu bu ülkelerdeki kadınların, hayata dair hiç bir konuyu sorgulamalarına ve araştırmalarına olanak sağlamadan özellikle eğitimsiz bırakıldığı, kendilerini değersiz, güvensiz ve yetersiz hissettirilerek kimlik ve kişiliklerinin adeta yok edildiği gözlenmektedir. Hal böyle olunca, bu kadınların yetiştirdiği çocuklar da annelerinden aldığı benzer duyguları daha en baştan kendi benliklerine dâhil ederek büyümekte ve ileride birer yetişkin olduklarında –kız olsun erkek olsun- az sorgulayan ancak çokça inanan ya da başkalarına kolayca bağlanan bir topluluk haline dönüşmektedir.

Bilinçli bir politika ile sistematik bir şekilde uygulandığını düşündüğüm bu yöntem sayesinde, kadınlar cehaletin karanlıklarına sürüklenmekte ve süreç içerisinde bir topluluğun top yekûn kimyası bozulabilmektedir. İzlenen bu sinsi politikanın bir sonucu olarak bunu planlayan egemen güçler kendi emellerine ulaşabilmekte, toplulukları ve ülkeleri diledikleri gibi yönlendirebilmektedir.

Sonuç olarak, kadının cehaletten kurtulup, eğitimli bir birey olması gelecek nesillerinin hem ruhsal hem de zihinsel olarak sağlıklı bir şekilde yetişebilmesi için olmazsa olmazlardandır. Toplumlar kadına verdiği değer ölçüsünde gelişir ve dış güçlerinin birer kuklası olmaktan kendilerini kurtarabilirler.

“Bir erkeği eğitirseniz bir adamı eğitirsiniz; Bir kadını eğitirseniz, bir kuşağı eğitirsiniz.” Brigham Young

 

Uzm. Psk. Ümit AKÇAKAYA