Çok Tanrılı Dinler: Zeus, Tanrı ve Direnen Bir Kadın | Yazar Günay Aktürk

Çok Tanrılı Dinler: Zeus, Tanrı ve Direnen Bir Kadın

Beyindeki Ölü Ağaç Kökleri

Çok Tanrılı Dinler Çağında Bile Aynıydı Bu Durum. Şöyle söyler Fatmagül Berktay: “İnsan, anlam peşinde koşan hayvandır!”

Bu sabah eski bir dostumla hem yürüyor hem sohbet ediyorduk. Aptallığından gına geldiğini iddia ettiği bir kadına sinirlenmiş. “Beyninin içinde ölü ağaç kökleri var!” diyesi! Ölü ağaç kökleri! Yani yaşam belirtisi yok tarzında. Ama zombiye daha yakın. Yürüyor ama beyinsel faaliyetleri durmuş.

çok tanrılı dinler - günay aktürk

O kadını ben de tanıyorum. “O aslında zeki bir kadın olsa gerek ama hiç renk vermiyor!” demiştim bir ara. Gülümsemesinden başka çekilir yanı yok. Dikkatle gözlemlenirse kahkahası da epeyce bayattır efendim. Gülmek devrimci bir eylemdir ama neye göre? Aklınızda olsun: Yüz hatlarında simetrik bir güzellik yaratan bu eylem her zaman ideal insanı yansıtmayabilir. Zekâsının derecesi, neye güldüğüyle ölçülür. Gülüşü yüzünde sırıtanlardan bu efendim.

Bu Çok Sağlam Bir Kadın

Mitoloji, diyordu arkadaşım. Çok Tanrılı Dinleri konuşuyorduk. Oraya hangi ara geldik emin değilim. Daldan dala atlayan maymun gibi beynimi yoruyor bu adam. Adı Ömer Ali! Bir adamın ismi hem Ömer hem de Ali olursa durup düşüneceksin arkadaş! Babası ya karar verememiş ya da gelecekte sancağı kimin tutacağından tam emin olamamış ki: “Varsın çifte vatandaş olsun!” demiş. Şöyle diyordu:

güçlü kadınlar - makale oku

– Ne okuması var, ne düşünmesi var, öyle ot gibi yaşayıp gidiyor. Salakların arasında kaldım.
Çok Tanrılı Dinleri mi okusun istiyorsun?
– Okusun da ne okursa okusun kardaş. En azından bir şeyler öğrenir.
– Doğru söylüyorsun. Otun nerede yeşilleneceği belli mi olur! Bak sana muhteşem bir kadının hikayesini anlatayım.
– Anlat kardaş.

Ayaan Hırsi Ali! Somali’de doğmuş bir kadın. Somali ki Orta Çağı yaşıyor. Orada kadın sünneti var ki kadınlar tarafından bile onaylanıyor. En azından Hırsi Ali’nin çocukluğunda öyle olduğunu biliyorum. İlk gençlik dönemlerinde, Amerikan Edebiyatından düşük sanatsal değeri olan gençlik romanları okumuş. Hani şu aptal saptal, öpüşmeli sevişmeli kitaplardan. Bu bile aşırı İslam inancında sorgulanacak yığınla gedikler açmış. Şimdi aç bak: “Hollandalı-Amerikalı aktivist, yazar ve eski Hollanda milletvekili” diye anılıyor. Öyle bir sorgulamaya başlamış ki sonunda ne din kalmış ne iman! Ülkesinde ölüm fetvası çıkartılmış. Neden? 2004 yılında Submission adlı filmin senaryosunu yazmış. Filmin İslam’da kadına yönelik şiddeti konu alması İslamî çevrelerde şiddetle eleştirilmiş. Yetmemiş, ölüm tehditleri içeren mesajlar almış. Birkaç hafta sonra filmin yönetmeni Theo van Gogh, Fas kökenli bir Müslüman tarafından silahla vurularak öldürülmüş. Bu van Gogh, büyük ressam Vincent van Gogh‘un kardeşinin soyundan. Torunu yani. Fas kökenli terörist, bu yönetmeni öldürdükten sonra, vücuduna sapladığı hançere de bir not iliştirmiş. Notta, Ayaan Hırsi Ali ölümle tehdit ediliyor. Birkaç hafta boyunca özel korumalar ülkede öyle bir koruyor ki bu kadını, okusan, kendini nefes kesen bir filmin içinde zannedersin.

ayaan hırsi ali - kafir kitabı

Daha sonra “Kafir” adlı otobiyografik kitabı yazmış. Benim de bilgim bu kitaba dayanıyor. Şimdi bak! Somali bir şeriat ülkesi. İmkanlar kısıtlı, baskı hat safhada. Her yanı örümcek kafalılarla dolu. Burası gibi yarı laik yarı takkeli bir ülke değil. Sokakta taciz edildiği de olmuş. Henüz çocuk denecek yaşta evlendirilmiş. Hiç tanımadığı, kendinden bilmem kaç yaş büyük bir adamla evlendirilmek üzere Almanyaya gönderilmiş. Oradan gizlice kaçarak Hollandaya geçip sığınmacı olarak başvurmuş. Dil öğrenmiş. Meclise girmiş. Bugün şöyle tanımlanıyor: “Kadın hakları savunuculuğu, “kadın sünneti” karşıtlığı, din eleştirisi, İslam eleştirisi.” Yani diyeceğim, insanın içinde önce merak olacak. Merak, macera ile birleştiğinde ne insan figürleri çıkartıyor ortaya. Bizim bu ülkede pek çok kadınımız, pek çok erkeğimiz gibi yarı koma halinde ne yazık ki. Bu kadar rahatlığa ve geniş imkana rağmen durumları hâlâ stabil. Tamam, coğrafya kaderdir derler, anlattığım hikaye bir istisna da olabilir ama o da bir yere kadar. “Peki, sen kendin için ne yaptın?” demezler mi insana? Diyeceksin ki yine de ağır baskı altında kadınlarımız. Sadece kadınlar için söylemiyorum bunu. Kaldı ki kadınlarımız bile özel tutkuları için ne hikayeler yaratıyorlar. Yazsan roman olur. Filmini çeksen Altın Portakal ödülünü alırlar. Demek ki tutkuları çok boktan. Bu ülkeye yeni bir tutku aşılamanın zamanı gelmiş de geçiyor bile.”

Yeni Kapılar Yeni Aralıklar

Bir süre suskun kaldık. Söylenecek her şey söylenmişti sanki. Hem, çok konuşuruz toplumsal şeyleri. Aşinadır bu örneklere. Varsın mitoloji kitapları okutmaya çalışsın. O da bir şey. Hangi kitap hangi kapıları aralar belli olur mu hiç?

Baktım derin düşüncelere dalmış. O hâlâ aptalların içinde kalmış olduğuna yanıyor. Sinirlendiği kadın iş arkadaşı. Bir Hırsi Ali’ye bak, bir de buna bak! Keşke bir şeyleri kendine sorun edinebilseydi. Düşük esprilere gülmeyecek kadar kalite koksaydı…

çok tanrılı dinlere ne denir

Benim aklım hâlâ çok Tanrılı Dinlerde. O da Ömer Ali’nin ilgi alanı. Sordum:

– Sahiden, o kitaplarda ne bulacağını düşünüyorsun?
– Ne bulacağını bilmiyorum kardaş. İlgisini çeker belki. Birden felsefe kitapları okutacak değiliz ya!
– Onu zaten anlayamaz. Acaba diyorum, ona da öpüşmeli sevişmeli kitaplar mı alsak? Mesela Sylvia Day “Sana Soyundum”, Indigo Bloome’nin “Oyuna Var Mısın?” ya da ne bileyim, Stephanie Laurens’ten “Masumiyetin Tadı” olabilir.

Mitolojik Bir Vukuat

Güldü. Hoşuna gitti bu fikir.

– Okusa alırdık da o taraklarda da bezi yok.
– Nasıl yok! Tarağında en çok o tarafın kılı var gibi görünüyor. İlkele daha yakın çünkü.
– Yani, o tarzı okumakta da gözü yok demek istedim.
– Mitolojide ne bulacak o zaman? Kadını rahibe mi yapmak istiyorsun?
– Yok yahu, farklı şeyler görmüş olur en azından. Farklılığı görürse düşünmeye başlayabilir.
– Mitoloji ona yalandan hikayeler gibi gelir sadece. Tövbe çekmekten okumaya fırsat bulamaz. Ama yine de faydası dokunabilir. Senin de bu konuya duyduğun merakı anlamış değilim.
– İlgi çekici kardaş. Baksana binlerce tanrı varmış eskiden. Pek çoğunun bundan haberdar olduğu bile şüpheli.

dünyada ilk din nedir

Ömer Ali Ateist olmadığı gibi dini bütün de sayılmaz. Tanrıcıdır, o kadar.

– Gören de eski tanrılara inanıyor sanacak seni.
– İnanmıyorum ama tuhaf şeyleri var. Her tanrının görevi farklıymış.
Evet, şimdi her işi tek bir tanrı üstlendi. Ya da her iş tek bir tanrının üstüne kaldı, diyelim.

Ömer Ali’ye Karşı!

Tövbe çekip güldü. Aslında Ali’nin hoşuna gidiyor ama Ömer karıştırıyor ortalığı!

Ömer Ali'ye Karşı!

– Kardaş sen de çok azılı düşünüyorsun. Çarpılacaksın bir gün.
– Sen de hep Ömer’e söz hakkı tanıyorsun. Bir de Ali’ye sor bakalım tutar yanı var mı söylediğinin!
– Yine de Tanrı konusunda böyle şakalar yapmamalısın.

Eleştiri dine geldiği zaman fazla uzatmaya sevmez.

Politeist dinler

– Bunları Zeus hakkında söylesem sesin çıkmazdı. Ne de olsa tarihe karıştı ve kalmadı inananı. Şimdi başkanlık koltuğunda bir başka Tanrı oturuyor. Sıkıysa eleştir. Derinlere nüfus etmiş bir korku var ki ya iki katran daha verilirse cehennemde! O da kötü. Eskiden Çok Tanrılı Dinler vardı, parlamenter sistem gibi. Bereket tanrısı, evlilik tanrıçası, hasat tanrısı vs Tıpkı devlet yönetimindeki bakanlıklar gibi. Şimdi her şeyden tek bir tanrı sorumlu. Tek adam sistemi her yerde sıkıntı arkadaş.

Hem kafasını sallıyor hem gülüyor. Ne karara vardığı da belli değil. Ömer’in adil olabilmesi için Ali’nin yeterince donanımlı olması gerek! Vedalaşırken bunlar geçiyordu aklımdan. Muhtemelen o da farkında: tanrılar ölür, adları değişir ama manası baki kalır. Belki farkında değildir. Son tanrının nihai tanrı olduğuna inanıyordur.

Merak ve Kuşku İnsanı Kutsallaştırır

Ama mesele bu değil. Mesele, merak ve kuşku duygularının bu topraklarda nasıl ve ne zaman can verdiği. Merak olmayınca yalnız hayvani duyguların istekleri yön veriyor hayata. Yalnız onun araladığı kapılarda bir ömür tüketiyoruz. Nedir o hayvani duyguların açtığı kapılar?

En temel ihtiyaçlar: barınmak, üremek ve yaşamak için hayatta kalmak. Bu üç etken insanın en temel özellikleri. Mesela daha fazla ev sahibi olmak, arazilere ve toprağa hükmetmek, barınma ihtiyacının araladığı kapılar. Sürekli seksi düşünmek, zevkin peşinden gitmek, aldatmak, taciz ve tecavüz de üreme güdüsünün araladığı kapılar. Güç ve paylaşım savaşları, imparatorluklar, başkanlık, makam, paranın kulu olmak gibi şeyler de “kaç ya da savaş” güdüsünün araladığı kapılar.

zeka nasıl bir şeydir

Maymun nesilli bir “insan” türü için bunlar başta olağan şeyler. Ama insanı insan yapan şey bunlarla sınırlı değil. Bir de adına korteks dediğimiz düşünen beynimiz var. İnsanı insan yapan meziyetler ise asıl onun araladığı kapılardır; edebiyat, müzik, resim, mimari, heykel ve tiyatro. Hadi buna bir de bilimi katalım.

Sürüngen beyinlerinin istekleri doğrultusunda hareket eden insanlar toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyorlar. Günlük hayatımızda onlarla iç içeyiz ve ne yalan söyleyeyim hiç mi hiç zevk vermiyorlar. Bu yüzden çok az arkadaşımız var ve bu yüzden sıklıkla sevgilimiz de olmuyor. Hayatın kimi zaman bunca çekilmez olmasının da aptalların bunca mutlu olmasının da nedeni bu. Onların arkadaşı da çok, zevkleri de tavan yapmış durumda.

Yıllar önce sevdiğim bir dostum şöyle demişti: azınlık olmak iyidir. Belki de doğrudur.

Gün Gelecek ve İnsan Tanrısallaşacak

Velhasıl insanlar tek tek tanrısallaşmadığı sürece topluca mutluluğa eremeyeceğiz. Peki, insan nasıl tanrısallaşır? Zamanın tanrılarını alt ettiği zaman. Tüm putları yıkarak sürüngen beyninin araladığı kapılardan zevk almadığı zaman. Sanat ve bilim suyuna kana kana doyduğu zaman. Nesimi der ki: insan kainatın sırrına vakıf olacak ve o zaman hiçbir şeyden korkmayacak!

zeka türleri - makale oku

Ama bu sadece toplumca cehaletten kurtulmanın bir yolu. Yine de koskoca evrende kendini yapayalnız hissediyor olmanın önüne geçmesi için yeni kapılar aralamaya ihtiyacı var. Üç sarmallı bir beynimiz var. İlk sarmal sürüngen beyin ve o ilkelliğimizden sorumlu olan kısım. Üçüncü sarmal korteks, düşünen beyin. Bilim ve sanatın yaratıcı. Belki de zihinsel acılarımızdan kurtuluşumuz dördüncü sarmal ile mümkün olacak. Nietzsche’nin hayal ettiği üst-insan modeli.

Demiştim ki bir zamanlar: “Bu acı beynimin kaçıncı sarmalındadır?” Aklıma gelmişken iliştirmiş olayım : )

Not: Bu makale direnen tüm kadınlara ithaf olunsun efendim. Burculara, Ecelere, Ayşelere ve daha nicelerine.

Not 2: Not 1’de Subliminal mesaj yoktur efendim : )

Gitmeden Bunlara da Bakabilirsiniz

Kısa Makaleler (Kısa Ama İşlevsel)

Uzun Makaleler (Uzun Ama Keyifli)

Bir yanıt yazın